Afrika’da çalışan bir antropolog bir gün çocukları etrafına toplar ve onları bir oyuna davet edip şöyle der; “Karşıdaki ağacın altına bir sepet meyve koydum, koşup ağaca ilk varan bu meyveleri yemeye hak kazanacak." Bütün çocuklar yan yana dizilir ve işaret verildikten sonra el ele tutuşup ağaca doğru koşmaya başlar ve aynı anda varıp ödülü hep birlikte yer. Bunu gören antropolog neden böyle bir şey yaptıklarını sorar. Cevap ise şudur; "Biz 'Ubuntu' yaptık eğer tek bir kişi kazansaydı diğerleri kaybetmiş olacaktı ve diğerlerinin kaybettiği bir ortamda ödülün de anlamı yoktur"...

Felsefenin özü aslında tamamen bu hikayeden oluşur;

 “Ben, biz olduğumuz zaman benim" ve

"Biz olabildiğimiz sürece her şeyin anlamı var..."

Günümüzde hepimiz kalabalıklar içinde farklı yalnızlıklar yaşıyoruz. Bireysel bir koşturmanın içinde biz olabilmenin bağlantısından kopuk bir şekilde yaşamaya başladık. Belki kendimizi koruma ihtiyacından, belki çok küçük yaşlarda başkalarıyla kıyaslanıp sonu gelmeyen bir yarışa sokulduğumuzdan ötürü kendimiz dışındaki herkesi başkası tanımlamasına soktuğumuz için bu kadar da yalnız hissediyoruz.

Üstünlük dediğimiz hırs yolunda ilerlerken aslında hepimizin kendine has ve biricik olduğunu unutup o ağacın altına varan ilk kişi olmaya çalışıyoruz. Aslında bu kısa hikayedeki ağaç bile bütünlüğü temsil ederken biz başka dalların varlığını yadırgıyoruz. Kimsenin kimseden üstün olmadığını ve farklılıklarımızla güzel bir bütün yarattığımızı görebilmeliyiz. Birbirimize karşı açık olduğumuz zaman başkasının iyiliği bizim için bir tehdit oluşturmaz.

Desmond Tutu, Ubuntu felsefesini şu şekilde açıklar:

“Ubuntu'ya inanan bir insan diğerlerine açıktır, diğerlerine olumludur, diğerleri iyi ve yetenekli olduğunda tehdit altında hissetmez, onun daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen bir özgüveni vardır ve diğerleri aşağılandığında, küçük düştüğünde, kendisi de aynı şekilde hisseder."

Daha iyi, daha başarılı, daha mutlu ve bunun gibi sıralanan pek çok zorunluluk bizi birbirimizden uzaklaştırırken sürekli başka sahip olmaların peşinden gidiyoruz. Aslında biraz sakinleşmeyi ve aramızdaki duvarları inceltmeyi öğrendiğimiz gün, birbirimizi de gerçek anlamda görmeyi başarabileceğimizi düşünüyorum. Hepimiz çok değerliyiz, insanız ve bu gezegende birlikteyiz. Başarının tek olan olmak değil de biz olabilmek olduğunu anladığımızda ve kalbimizi açmayı öğrendiğimizde nelerin değişebileceğini kısa bir süreliğine de olsa düşünmeye çalışın.

İnsan sosyal bir varlık bunu biliyoruz. Hepimiz bir şekilde birbirimizle iletişim ve etkileşim halindeyiz. Ne kadar yalnız olduğumuzu düşünsek de enerji olarak bağlıyız. Bu yüzden de birbirimizin üzerindeki etkileri fark edip daha şefkatli ve duyarlı yaklaşmamız önemli. Sadece sabah bir yerden alışveriş yaptığınızda bile gülümseyen bir insanla karşılaşmanın gününüzü nasıl değiştirdiğini hatırlayın...

Gülümsemek bulaşıcıdır ancak aynı şekilde olumsuz tavırlar da bulaşıcıdır. Birini kırdığınız zaman siz de ya kırılmışsınızdır ya da bu döngüde kırılabileceğiniz olaylar yaşarsınız. Aynı şekilde gülümsediğiniz de ya da nazik olduğunuzda hemen olmasa bile çevrenizin değiştiğini gözlemlersiniz. Neyi beslersek o güçlenir; ve bizim birbirimizi yükseltmeye, parlatmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bunun da temeli bir bütünün parçası olduğumuzu kabul etmekten ve birbirimizden sevgiyi esirgememekten geçiyor...

Ubuntu denilen bu yaşam şeklini arılar, karıncalar, devekuşları, sırtlanlar, milyonlarca yıldır uyguluyorlar...

İnsanlar da 20.Yüzyıl'ın ilk çeyreğinde, bir ülkede ubuntuyu, tam anlamıyla olmasa bile uygulamaya başlamışlardı ama...

21. Yüzyıl'da BİZ ??????????